Kanun-i Esasi (1876 Anayasası)
- Kaan Köprülü
- Feb 24
- 6 min read

Özünde Kanun-i Esasi’nin kabulünü ve I. Meşrutiyet döneminin başlamasına yol açan gelişmeleri 10 Mayıs 1876 yılında ortaya çıkan öğrenci hareketiyle başlatmak mümkündür. Medrese öğrencilerinin bu hareketi halktan da destek görünce Sultan Abdülaziz, Sadrazam Mahmud Nedim Paşa ve Şeyhülislam Hasan Fehmi Efendi’yi azletmek zorunda kalmış, yerlerine de Mütercim Rüşdü Paşa’yı sadrazam olarak, İmam-ı Sultani Hayrullah Efendi’yi de Şeyhülislam olarak tayin etmiştir. Bu arada seraskerliğe de Hüseyin Avni Paşa getirilmiş, Midhat Paşa, Şura-yı Devlet başkanı olarak Heyet-i Vükela’da yer almıştır. Öğrenci hareketinin arkasında iktidarı nispeten ele geçiren bu ekibin yer aldığına dair kanıtlar vardır. Daha sonra yine bu ekip tarafından Sultan Abdülaziz tahttan indirilerek yerine Şehzade Murad geçirilmiştir. Üç ay sonra da V. Murad’ın yerine II. Abdülhamid tahta çıkarılmıştır. II. Abdülhamid’in Kanun-i Esasi’ye ve Meşrutiyet’e taraftar oluşunun veya böyle bir gözükmesinin bu seçimde etkisi muhakkak vardır. Bu arada Midhat Paşa ise Kanun-i Esasi’yi hazırlamaya başlamıştır.
Esas olarak harici sebeplerin Kanun-i Esasi’nin hazırlanmasında rol oynadığı söylenebilir. Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi, yerine önce V. Murad’ın ve sonra II. Abdülhamid’in tahta geçmesi, Hıristiyan tebaanın yoğun olarak yaşadığı Bosna-Hersek’te isyanın çıktığı, Bulgaristan’da karışıklıkların arttığı ve bu olayları kendi hakimiyet alanını genişletmek için bahane olarak kullanmak isteyen Sırbistan ve Karadağ’ın Osmanlı’ya savaş açtığı döneme rastlar. Sırbistan ve Karadağ ile yapılan savaşın beklenenin aksine Osmanlı’nın lehine devam etmesi, ilk olarak Rusya’nın müdahalesi ile iki aylık bir ateşkes imzalanmasına ve daha sonra Rusya’nın bölgede güç kazanma ihtimaline karşı bunu kendisi için bir tehlike olarak gören İngiltere’nin Balkanlardaki karışıklıkları görüşmek üzere devletler arası bir konferans istemesine yol açtı. Sonuç olarak Osmanlı Devleti İstanbul’da bir konferans toplanmasına razı oldu. Konferansa Paris Antlaşması’nı imzalamış olan devletler, Osmanlı, Rusya, Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya ve Avusturya katıldı. Konferansta batılı devletleri etkilemek ve Balkanlarda yabancı devletlerin müdahalesi ile bir reform yapılmaya gerek olmadığını, Osmanlı’nın zaten bir reform yapma isteği ve çalışmasında olduğunu göstermek için 23 Aralık 1876 yılında Kanun-i Esasi ilan edildi. Konferans çalışmaları top atışlarıyla İstanbul halkına duyuruldu. Aynı gün yapılan törenle padişahın anayasanın ilanıyla ilgili metni okundu. Ancak bu ilan yabancı delegeler üzerinde beklenen etkiyi yaratmadı.
Kanun-i Esasi’nin ilanı aslında Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı ile belli ölçüde benzerlik gösterir. Gülhane’de okunan Tanzimat Fermanı büyük ölçüde Mısır meselesinde, Islahat Fermanı ise Kırım Savaşı’ndan sonra toplanan Paris Konferansı’nda toplanan batılı devletlerin desteğini sağlamak üzerineydi. Fakat Kanun-i Esasi’yi bütünüyle dış sebeplere bağlamak gereksizdir. İlan edilmesinde iç sebeplerin de rolü vardır. Bir anlamda Kanun-i Esasi, Tanzimat ile başlayan modernleşme hareketinin doğal bir devamı niteliğindedir. Esasen bu dönemin önemli bir muhalefet hareketi olan Genç Osmanlılar’da halkın yönetiminde söz sahibi olması fikri belli bir ilerleme kaydetmişti. Genç Osmanlılar’ın Midhat Paşa ile benzerlikleri de daha çok bu fikir üzerinde ortaya çıkmıştır. Fakat anayasanın ilanında dış dinamiklerin rolünün iç dinamiklerden daha fazla olması, bu hareketin sonraki dönemlerde sürekli bir yükselme seyri takip etmesini engellemiştir.
Midhat Paşa, V. Murad’ın tahtta olduğu dönemde 57 maddelik bir anayasa taslağı hazırlamıştı. II. Abdülhamid, Said Paşa’ya o güne kadar kabul edilmiş Fransız anayasalarını da Türkçe’ye çevirme görevini verdi. Bu çeviriler sonucunda ikinci bir taslak ortaya çıktı. Sonunda nihai metni hazırlamak üzere Meclis-i Mahsus adı altında Midhat Paşa’nın başkanlığında ulema, asker ve bürokratlardan oluşan bir komisyon kuruldu. Üye sayısı 24-37 arasında değişen bu komisyon, alt komisyonlar halinde çalışarak bir taslak hazırladı. Bu taslak hazırlanırken Batı anayasalarından da faydalanıldı. Bir yandan çalışmalar sürerken kamuoyunda anayasa aleyhtarı bir hava oluşmaya başlamış, yeni bir öğrenci hareketi hazırlıkları yavaş yavaş başlamıştı. Midhat Paşa ve onu destekleyenler, aleyhte çalışma gösterenlerin yargılanmadan sürgüne gönderilmesini istemiş, nitekim de padişah yargılanmalarını istese de sonuç olarak Midhat Paşa’nın istediği olmuştur. En nihayetinde hazırlanan tasarı Heyet-i Vükela’da görüşülerek kabul edildi ve padişahın onayına sunuldu.
Kanunun hazırlanmasında bir kurucu meclis veya halk temsilcilerinden oluşan bir yasama meclisi rol almış değildir. Bu bakımdan Kanun-i Esasi’nin şekil olarak anayasa olamayacağını söyleyen hukukçular olsa da maddi hukuk açısından anayasa olarak kabul edilmemesi için bir sebep yoktur. Anayasanın hazırlanmasında padişahın haklarını korumaya özen gösteren Cevdet Paşa, Mütercim Rüşdü Paşa gibi muhafazakârlarla Midhat Paşa, Süleyman Paşa, Ziya Paşa ve Namık Kemal’in başını çektiği liberal-reformist grup mücadele etmiştir. Kanun-i Esasi’nin en çok tartışılan maddesinin padişahın yurt dışına sürgüne gönderme yetkisi veren 113. madde olduğu anlaşılmaktadır. Genç Osmanlılar’ın önde gelen kişiliklerinden Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın bu maddeye karşı çıktıkları ve istenen reformları yapmada gerekli kararlılığı göstermediği için Midhat Paşa’ya sitem ettikleri bilinmektedir.
Kanun-i Esasi on iki başlık altında toplanmış 119 maddeden oluşmaktadır. Bu maddelerle oluşturulan anayasal düzen özet olarak şu şekildedir: Devlet bir bütündür (madde 1); Saltanat ve hilafet Osmanoğulları’nın en büyük erkek evladına aittir (madde 3); Vekillerin tayin ve azli, yabancı devletlerle sözleşme yapılması, savaş ve barış ilanı, hutbelerde isminin okunması, kara ve deniz kuvvetlerinin kumandası, Meclis-i Umumi’nin toplanması ve tatili, Heyet-i Mebusan’ın feshi padişahın dokunulmaz haklarındandır (madde 7); Devletin resmi dini İslam’dır (madde 11); Basın kanun önünde hürdür (madde 12); Genel adabı ve asayişi ihlal etmemek şartıyla diğer din mensuplarının din ve vicdan hürriyetiyle mezhep imtiyazları tanınmıştır (madde 13); Herkesin eğitim ve öğretim hakkı vardır (madde 15) Osmanlı toplumunun bir parçasını oluşturan gayrimüslimler kendi inançları doğrultusunda eğitim yapabilirler (madde 16); Osmanlı tebaasının dilekçe, mülkiyet, konut dokunulmazlığı hakları vardır (madde 14,21,22); Hiç kimse kanunda öngörülenden başka bir mahkemede yargılanamaz (madde 23); İşkence yasaktır (madde 26); Sadrazam ve Şeyhülislam bizzat padişah tarafından belirlenip padişah tarafından tayin edilir, diğer vekiller sadrazam tarafından belirlenip padişah tarafından tayin edilir (madde 27); Vekiller görevleriyle ilgili faaliyetlerinden sorumludur, görevleriyle ilgili olarak yüce divana gitmelerine Heyet-i Mebusan karar verir, şahıslarıyla ilgili konularda ise ait oldukları mahkemede yargılanırlar (madde 30,31,33); Vekillerle Heyet-i Mebusan arasında bir anlaşmazlık çıktığında vekilin değiştirilmesi veya Heyet-i Mebusan’ın feshi padişahın yetkisindedir (madde 35); Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde muvakkat kanun çıkarılabilir (madde 36 ); Meclis her yıl Ekim başında toplanır ve Mart başında faaliyetlerine son verir, padişah gerek görürse meclisi vaktinden önce toplantıya çağırır (madde 43,44); Üyelerin vatana ihanet, Kanun-i Esasi’yi değiştirme ve irtikapla suçlanmaları durumunda üyeliklerinin düşmesine üçte iki çoğunlukla karar verilir, haklarında kesinleşmiş mahkumiyet kararı olanların üyeliği düşer (madde 48); Hakimler azledilemezler (madde 81); Yargılama alenidir ve mahkemeler yetki ve sorumluluk alanına giren davaları kabulden kaçınamazlar (madde 82,84); Kişilerle hükümet arasındaki davalar da genel mahkemelerde görülür (madde 85); Her ne ad altında olursa olsun olağan üstü yetkili mahkemeler kurulamaz (madde 89); Özel bir kanunla izin verilmedikçe bütçe dışında bir harcama yapılamaz (madde 100); Ülkenin herhangi bir yerinde ihtilal çıkacağını gösteren belirtilerin ortaya çıkması durumunda hükümetin o bölgeye has olmak üzere sıkıyönetim ilanına hakkı vardır, hükümetin emniyetini ihlal ettikleri kolluk kuvvetlerinin araştırmalarıyla sabit olanlar padişah tarafından ülkeden uzaklaştırılabilir (madde 113); Kanun-i Esasi’nin hiçbir maddesi hiçbir bahane ile askıya alınamaz (madde 115); Kanun-i Esasi hükümleri, her iki meclisin ayrı ayrı vereceği üçte iki çoğunluk ve padişahın onayıyla değiştirilebilir (madde 116). Bu son madde bu anayasayı katı anayasalar arasına sokmaktadır.
1876 anayasasının yürürlüğe girmesinden kısa bir süre sonra Midhat Paşa istifaya zorlanmış, ardından da 113. maddeye dayanılarak sürgüne gönderilmiştir. Meclis-i Umumi iki dönem çalışmış, daha sonra da II. Meşrutiyet’e kadar tatil edilmiştir. Bu tatilde meclisin kozmopolit yapısının etkisi vardır. 65. maddede her elli bin erkek için bir mebus seçileceği beyan edilmişse de gerçekte bu olmamıştır. Meclisin ilk dönemi için Yahudilerden her 18.750 erkeğe bir milletvekilli düşerken, Hıristiyanlardan her 107.550, Müslümanlardan her 133.367 erkeğe bir milletvekilliği düşmüştür. Farklılık bölgeler arasında da ortaya çıkmıştır. Avrupa bölgesinde yaşayanlar için her 88.882 erkeğe bir milletvekili düşerken Asya bölgesinde yaşayanlardan her 162.148 erkeğe bir milletvekilliği düşmüştür. Kanun-i Esasi meclislerin tatil edilmesiyle bir anlamda askıya alınmış olduğu halde Osmanlı salnamelerinin (Her sene yayınlanan yıllıklar) başında tam metin olarak yayınlanmaya devam etmiştir.
Meclis-i Mebusan’ın tatilinden sonra bir anlamda yürürlüğü durdurulan Kanun-i Esas, II. Meşrutiyet’in ilanı ile tekrar yürürlüğe girmiştir. İlanı takip eden yıllarda Kanun-i Esasi yedi defa değişikliğe uğraşmıştır. Bunlarından en köklü olanı 21 Ağustos 1909’da yapılandır. Bu değişiklikte 21 madde değiştirilmiş, 1 madde tamamen kaldırılmış ve 3 madde ilave edilmiştir. Getirilen en önemli yenilikler padişahın Meclis-i Umumi’de anayasaya bağlılık yemini etmesi, hükümetin bundan böyle Meclis-i Mebusan karşısında sorumla olması ve güven oyu alma mecburiyetinde bulunması, Heyet-i Mebusan’ın birinci ve ikinci başkanlarını doğrudan kendisinin seçmesi, padişahın sahip olduğu hakları ancak Meclis-i Vükela aracılığı ile kullanabilme mecburiyetinin getirilmesi olarak sayılabilir. Ayrıca antlaşma yapma konusunda yasama organının yetkilerinin arttırılması, her iki meclisin padişah tarafından toplantıya davet edilmeden kendiliğinden toplanması, yasa önerilinin doğrudan vekiller tarafından da yapılması, Şura-yı Devlet’in yasama erkinden çıkarılması, padişahın yasaları mutlak veto yetkisinin sınırlandırılması ve meclisin kendisine iade edilen kanunun üçte iki çoğunlukla geri göndermesi durumunda onaylama zorunda olması bu değişiklikle kabul edilmiştir. Yeni düzenleme ile birlikte 1876 metninde padişaha tanınan yetkilerin bir kısmı kaldırılmış, böylece Osmanlı Devleti’ne daha meşrutiyetçi bir yapı kazandırılmış ve esas itibariyle parlamenter hükümet modeli benimsenmiştir. Bir diğer yandan 1876 anayasasının en çok tartışılan padişaha sürgün yetkisi veren 113. maddesi de yürürlükten kaldırılmıştır. Bu büyük değişikliği neredeyse aynı önem düzeyinde olan 1914, 1915, 1916 ve 1918 değişiklikleri izlemiştir. 1876 yılında ilan edilen bu anayasa Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar ayakta kalmıştır.
Kaynakça
Tarık Zafer Tunaya - 1876 Kanun-i Esasisi ve Türkiye’de Anayasa Geleneği.
Bernard Lewis - Modern Türkiye’nin Doğuşu
MEHMET ÂKİF AYDIN, "KĀNÛN-ı ESÂSÎ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kanun-i-esasi (24.02.2025).
Comments